BlogKişisel Gelişim & Verimlilik

Virginia Woolf ve Feminizm

Kitapları, basılmalarının ancak elli yıl sonrasında kabul gören Virginia Woolf bugün feminizmin ilk ve en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Woolf’u diğer yazarlardan ayıran özelliklerinden biri ise dönemindeki yazarların aksine Woolf’un kadınları ve kadınların hayatlarını öne çıkarması, bununla birlikte ataerkil yapıya karşın kadınları güçlendiren yapıtlar üretmiş olmasından geliyor.

 

 

Kendi Öyküsü

Virginia Woolf 1882 yılının ilk aylarında sekiz çocuklu, biraz da karışıl bir ailenin, yedinci çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldi. Annesinin ve babasının ilk evliliklerinden kardeşleri olan Woolf, kız kardeşleri gibi evde eğitim gördü.

Çocukluğu 1895 yılında annesini kaybetmesiyle son buldu ve Woolf, ilk sinir krizini bu yıl yaşadı. İki yıl sonra ise kız kardeşini ve üvey annesini kaybetti. 1897 ve 1901 yılları arasında ise King’s College London’da tarih ve klasikler üzerine çalıştı. Aynı zamanda bu dönemde, dönemin kadın hakları aktivist ve reformcuları ile iletişim kurdu.

1900lü yılların başında, babasının da teşviki ile yazmaya başlayan Woolf, babasının ölümünün ardından ikinci sinir krizini geçirdi. Ölümü takiben ailesiyle Bloomsbury’ye taşındı ve orada dönemin entelektüel isimleri ile Bloomsbury Grubu’nu oluşturdu.

1912 yılında Leonard Woolf ile evlenen Virginia Woolf, eşiyle birlikte bir yayınevi kurdu ve kitaplarının çoğunu bu yayınevi aracılığıyla bastırdı. Sussex’te bir ev kiralayan çift özellikle Virginia’nın kötüye giden sağlığı dolayısıyla 1940lara geldiklerinde kalıcı olarak Sussex’e yerleştiler. Hastalığı daha sonra bipolarlık olarak tespit edilmiş olsa da bu dönemde bipolarlığın önüne geçilebilecek bir tedavi çeşidi henüz geliştirilmemişti.

59 yaşına geldiğinde Virginia Woolf, İkinci Dünya Savaşı’nın ve yeteneğini kaybetmiş olma düşüncesinin de etkisiyle çektiği acıya daha fazla dayanamayarak eşine bir mektup yazdı, ardından ceplerinde taşlarla kendini bir nehre bıraktı ve yaşamına son verdi.

 

 

 

Kadınların Öyküsü

Kendisinden öncekilerin aksine Woolf, kadını sadece hikayede bir karakter olarak görmemiş, onun aklına girerek okuyucuların da bunu görmesini sağlamış ve bunu bu zamana kadar da ilk kez kullanılan “bilinç akışı” yöntemiyle yapmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na tanıklık eden Woolf, ataerkil toplum ve askerliği ilişkilendirerek aynı zamanda cinsiyet üzerine belirlenen maaş kavramı üzerine yazmıştır. Bu sebeple bir kadının ekonomik özgürlüğünü kazanmasının önemini sürekli vurgulamıştır. Ataerkil toplumun gerisinde ise eve hapsedilen kadının hikayesini yazmış, evin ikiyüzlülüğünden ve ahlaka aykırılığından bahsetmiştir.

Bireyin gücüne inanan Woolf, kadınları da kendi doğrularını bulmaları ve bunlara inanmaları konusunda teşvik etmiştir. Cinsellikte de özgürlükçü olan Woolf, insanların olgunlaştıkça taraf tutmaktan vazgeçtiklerini söylemiştir. Kendisi de kadınlarla birlikte olmuş ancak bunu saklamamıştır. Oysa söylenebilir ki erkek egemen toplumlarda insanlar cinsiyetlerini öne çıkarma eğilimindedir.

Kendine Ait Bir Oda’sıyla feminizmin ilk yazın örneklerinden birini vermiş olan Woolf, kendisinden sonra gelen birçok ismi de etkilemiştir. Öyle ki bu etki hala devam etmekte ve Virginia Woolf’un eserleri birçok dile çevrilmiş ve basılmaya devam etmektedir.

 

Azize Serde Caferoğlu

Proje Yönetimi Okulu Editörü


İlgili Makaleler


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Başa dön tuşu