BlogKişisel Gelişim & Verimlilik

Ekibimizden Kitap Önerileri

Proje Yönetimi Okulu olarak son zamanlarda neler okuduk? Ekibimize sorduk ve herkes 3 kitap önerdi, umarız içinde okumadıklarınız vardır ve kitap önerileri ile size ilham veririz!

 

Sibel Güney

Altıncı Yok Oluş Elizabeth Kolbert

Artık günlük hayatımızda bile görülen inkâr edilemez bir felaketle karşı karşıyayız: iklim krizi. İklim krizi sadece aşırı doğa olaylarına, sıcaklıkların artması gibi sorunlara neden olmakla kalmıyor aynı zamanda türlerin yok olmasına, biyoçeşitliliğin de azalmasına sebep oluyor. Kitap yaşanmakta olan iklim krizinin insan türü de dâhil olmak üzere bütün canlı türleri üzerindeki yok edici etkisini tarihsel kanıtlarla önümüze koyuyor. Dünyanın yaşadığı beş büyük yok oluş ve dünya ikliminin farklı zamanlarda farklılık göstermesi normal olmak ile birlikte bu seferki iklim değişikliğinin insanlığı da etkileyecek. İnsanlar ani yıkıma inanmasa da Kolbert dünyanın farklı coğrafyalarında farklı bilim dallarında yaptığı araştırmalar ile geçmişte yaşanmış, şimdi yaşanan ve gelecekte yaşanacak olan türlerin yok oluşunu ele almaktadır. Yok oluş gerçektir ve gözümüzün önünde gerçekleşmektedir. Biyoloji, coğrafya, evrim gibi farklı bilim dallarını bir araya getiren kitap her kesimden okuyucuya hitap etmektedir.

Müşterek Mekân Stavros Stavrides

Mekânın ortak bir yaşam alanı olarak ne anlam ifade ettiğinden, nasıl kurulduğundan, nasıl sürdürüldüğünden ve insan için ne anlam ifade ettiğinden bahsetmekte. Müşterek mekân siyasi öznelerin üretildiği sosyo-ekonomik bir alandır. Mekân toplumsal yaşamın ve olaylarının ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalizmin yeniden üretim yeri olarak mekân belirli bir sınıflandırmaya ve hiyerarşiye göre şekillenmiştir. Kitap bu temelde bu siyasetin, ekonominin ve sosyal hayatın üretildiği yer olan mekânın farklı tarihlerde farklı coğrafyalarda anlamının yeniden ve yeniden üretilmesini temel almaktadır. Kitapta bunların yanı sıra dil, kültür ve tarihe de yer verilerek mekânın öneminden bahsetmektedir. Yunanistan, Arjantin, Mısır, Almanya, Türkiye gibi çok farklı ülkelerden benzer deneyimleri bize sunmaktadır. Beni kitapta en çok etkileyen kısım Traverso’nun bisikletidir. Aktivist Traverso Arjantin’deki Videla diktatörlüğü sırasında kaybolan insanları hatırlatmak için gittiği ülkelerde duvarlara bisiklet resmi çizmektedir. Traverso’nun arkadaşı da aynı şekilde kaybolmuştur ve ondan geriye sadece bisikleti kalmıştır. Traverso soyut bir imgeyi görünür hale getirerek onun hafızalarda yer edinmesini sağlamaktadır.

Deli Kadın Hikâyeleri Mine Söğüt

Bu kitap 21 öyküden oluşmaktadır. Bu öykülerin yanı sıra kitapta şiirler ve resimler de mevcuttur. Her biri deliren kadınları anlatır. Delirerek ölmüş kadınların iç dünyasına, hayal kırıklıklarına ve dışlanmışlıklarına kadınsal bir gözle bakan son zamanlarda yazılmış en güzel kitaplardan biri bana göre. Beni kitaptaki hikâyeler kadar hikâyelerin anlatılış biçimi de çok etkiledi. Mine Söğüt’ün dili farklı olduğu kadar güzel de. Benzetmeler, metaforlar ve her bir öyküdeki karakterlerin psikolojik durumları çok güzel ifade edilmiş. Burada sözü Mine Söğüt’e bırakıp önerilerimizi sonlandıralım: “Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam için yol alır. Denizinde, lağımında, çöpünde kimliksiz cesedim. Kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesaretim.”

Elon Musk’ın Okuma Listesinden 11 Kitap Tavsiyesi

Melis Atcı

Şeytan ve Genç Kadın- Paulo Coelho

Paulo Coelho’nun en ilgi çekici eserlerinden biri olan “Şeytan ve Genç Kadın” okuyucuya ahlaki normların kırılganlığını sorgulatacak cinsten!

Kitap dağın tepesindeki az nüfuslu bir köyde geçmektedir. Nüfusun çoğunluğunun yaşlı olduğu bu köyde Chantal adlı genç kız hariç bütün gençler bir şekilde ya okumak ya da çalışmak amacıyla daha büyük daha hareketli şehirlere göç etmişlerdir. Aslında Chantal da bir fırsatını bulsa arkasına bile bakmadan gitmeye kararlıdır bu küçük köyden. Ancak bir gün durgun hayatlarında mekik dokuyan bu insanların hayatı beklenmedik şekilde çıkagelen bir yabancıyla değişir. Çünkü yabancı aslında tek gelmemiş köydeki insanların akıllarını çelecek ve vicdanlarını belki de sonsuza dek susturacak şeytanı da ona eşlik etmişti. Teklif çok cazipti. Köydekiler tarafından kurban edilecek bir can karşılığında 10 külçe altın… Miktar o kadar büyüleyiciydi ki herkes neden değil de kim sorusunu sordu kendi kendine. Kim kurban edilmeliydi? Ve de en önemlisi ne tür bir bahane aklardı masum bir canın katledilişini?

Paulo Coelho, aslında hepimizin içten içe merak ettiği ama asla dillendiremediği bir konuya değiniyor. Yeterli motivasyona sahip insanoğlunun istediğini elde etme uğruna ne kadar ileri gidebileceğini, vicdani ve ahlaki değerleriyle olan kavgasının yanı sıra içsel dünyasını gözler önüne seriyor. Bu kitapta hem insanlığın ne olduğunu bir kez daha sorgulayacak hem de kendinizi iyilik ve kötülük arasındaki bitmek bilmeyen savaşın tam ortasında bulacaksınız.

Kendine Ait Bir Oda- Virginia Wolf

Feminist düşünce akımının en önemli temsilcilerinden Virginia Wolf  “Kadın ve edebiyat” konulu fikirleri objektif ve akıcı bir biçimde kendine has bilinç akışı tekniğini kullanarak ele alıyor. Kadınlarla ilgili kitapların neredeyse tamamının erkekler tarafından yazıldığına dikkat çeken Wolf kendine has üslubuyla “kadınlar neden yazamaz?” sorusunun cevabını örneklerle açıklarken bunu nasıl değiştirebileceğinize dair fikir vermekten de geri kalmıyor. Erkek egemen toplumdan sadece kadın bir yazar değil aynı zamanda dünyanın kaderini değiştiren bir lider, bir bilim insanı olmanın zorluğuna değinirken imkânsız olmadığının fakat genç kadınların bunu yapmak için yeterince kendini geliştirmeye meyilli olmadığını belirtiyor. Bu kitap kadınlar için yol gösterici ve aydınlatıcı bir niteliğe sahipken erkeklerin de kadınların yaşadığı zorlukları biraz olsun anlayabilmesine olanak sağlıyor. Kitabın sonunda bir miktar paranın ve size ait olan bir masanın nasıl da hayatınızı şekillendirebileceğine tanık olacaksınız.

İrem Onar

Adem’den Önce –  Jack London 1907

Prehistoric fiction ( taş devri edebiyatı ) adıyla anılan edebi türün kurucu metinlerinden biri olan Adem’den Önce, homo sapiensin yeni ortaya çıktığı çağdan başlayarak insanın insan olma hikayesini anlatan bir macera romanı. Jack London, bu kitabı yazma sürecinde Darwin’in evrime dair teorileri ve antropoloji alanında yaptığı derin araştırmaları hayal gücüyle birleştirirken bizler için de genetik kodlanmaya, rüyalara, ilkel yaşama ve insanın evrim sürecindeki üç halkaya keşfe çıkan bir kapı aralamış.

Saf bir cahillik içerisinde, mağaralarda ve ağaç tepelerinde yaşanılan, düşünmeyi bile yeni keşfederken henüz dil kavramını gelişmediği ve iletişimin somut şeylerle kısıtlı olduğu insansı canlılara yani kendi uzak geçmişimize uzanan bir bağ. Bahsettiğimiz saf cahillik aklınıza toz pembe bir dünya getirmesin. Vahşetle dolu olan sadece güçlülerin hayatta kaldığı karanlık bir dünya bu. Bu karanlık dünyadan miras olan kolektif bilincimiz sayesinde rüyalarında insanlığın ilk dönemlerinde yaşayan Kocadiş’in başından geçenleri gören Amerikalı bir gencin bilinçaltının derinlikleri aracılığıyla ulaşıyoruz bu dünyaya..

Eser, yayınlandığı dönemde Darwin’in evrim teorisini gündeme taşımasıyla büyük eleştiriler topladığı gibi günümüzde de hala dikkatleri üzerine çekiyor. Aynı zamanda, London’ın geniş hayal gücü sayesinde, kendi döneminde henüz gün yüzüne çıkmamış bilimsel keşiflerle benzerlikler yakaladığını görüyoruz.

Ünlü Yazarların Önerdikleri En Etkileyici Kitaplar

 

Bir Dinozorun Gezileri – Mina Urgan 1999

İlk kitabı Bir Dinozorun Anıları’nın devamı tadında 1999 yılına yayımlanmış olan Bir Dinozorun Gezileri ile Mina Urgan’ın oradan oraya uçtuğu keyifli yolculuklarına dahil oluyoruz. Kendisine taktığı dinozor lakabından da anlaşılacağı üzere gezilerini çok samimi bir üslupla anlatıyor. Gezilerini de “dinozorca” yani kendine has tarzıyla gerçekleştiriyor.

Az para, bol alkol ve sigara eşliğinde, hayattan tat alma amacıyla yapılmış bu gezileri okurken Mina Urgan’ın Sabahattin Eyüboğlu, Halet Çambel, Falih Rıfkı, Sabahattin Ali ve Genco Erkal gibi isimlerin de dahil olduğu arkadaş ortamına özenmeden duramayacaksınız.

Yazarın gezi anılarında yaşadıkları ve hissettikleri yer alırken biz de anlattığı yerleri görme arzusuyla doluyoruz. Yalnız bu yerlerin şimdilerde nasıl değişiklikler yaşadığını, doğal güzelliğini kaybettiğini ve bir daha eskisi gibi görünmeyeceğini düşünmeden de edemiyor insan.

Siyah Yaseminler – Hawa DJABALI 2013

Hepsi Cezayir asıllı olan dört kadın, Djazaïr, Mouna, Khouloud, Samira ve onların hayatlarındaki farklı rollerdeki çokça erkekten oluşan roman, dünyanın ataerkil düzenini, cinsiyet eşitsizliğini, Cezayir’de sömürgeciliğe karşı direnişi, Arap kültürünü ve kadın cinselliğini Hawa Djabali’nin sıradışı anlatımıyla bir araya getirmeyi başarmış.

Hem toplumsal hem de ikili ilişkilere birçok yönden sorgulayıcı bir bakış açısıyla bakmamızı sağlayan bu hikayeler bütünü Paris’te bir mağazadaki bomba ihbarıyla başlıyor ve bombayı kimin koyduğunu merak etmemizi sağlarken bizi hayretler içerisinde bırakacak dört farklı hayatla karşı karşıya getiriyor.

Bize bu kadınların dramlardan, olağanüstü hikayelerden ve direnişten oluşan geçmişlerini anlatan yazar Hawa Djabali, kahramanlarını ”Bunlar normal kişiler değil, bunlar Cezayirli kadınlar. Bir yaşamın bedelini, insanın büyüyebileceğini, değişebileceğini bilirler.” diyerek tanımlıyor.

Yaren Yakut

J.D. Salinger-Çavdar Tarlasında Çocuklar

“Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta-yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum.; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben,çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim.”

 İsmini yukarıdaki paragraftan alan kitap ergenlik dönemini sorunsuz bir şekilde atlatamayan, yaşadığı ortama ayak uyduramayıp kendi iç dünyasında çatışmalar yaşayan Holden’ın dördüncü kez okuldan atıldıktan sonraki birkaç gününü anlatıyor. Holden’ın hayatını bir ergenin saçmalıkları gibi algılayabilirsiniz ya da onu topluma yabancılaşmış, insanların samimiyetsizliklerinden nefret eden, gözlem ve tespitlerde bulunan zeki bir çocuk olarak da görebilirsiniz. Bu tamamen sizin bakış açınıza bağlı. Kitabı bitirdiğimde Holden’ı yargılamaktansa daha çok anlamaya çalıştığımı ve ona hak verdiğimi belirtmeliyim. Öylesine içine çekti ki beni Holden’ın deyimiyle bu kitaba “Bittim!”

Cengiz Aytmatov-Toprak Ana

İkinci Dünya Savaşı sırasında savaşta üç oğlunu, kocasını ve gelinini kaybeden bir kadının toprakla yaptığı söyleşi  ve Kırgız halkının gündelik  hayatını ve sorunlarını  dile getiren sosyal bir romandır.

Toprak Ana romanındaki en önemli evrensel değer ise savaşın kıtlık, yokluk, sefalet ve insan onurunu zedeleyen bir suni afet olduğunu dile getirmesidir. Bu mesajı Aytmatov romanda  Toprak Ana’ya oğlu Muslubeg’den gelen mektupla dile getirir. Muslubeg mektubunda annesine :

Savaş hepimiz için, bütün insanlar için bir yıkımdır. Bu canavarı parçalamak, yok etmek için kanımızı, canımızı vermemiz gerekiyor. Askeri bir kahraman olmayı aklımdan bile geçirmedim. Öğretmen olmayı nasıl da isterdim. Tebeşir yerine tüfek verdiler elime, asker oldum. Bir saat sonra ülkem için göreve gideceğim. Canlı döneceğimi sanmıyorum. Bu son mektubum, bunlar son sözlerim.

sözleriyle dile getirir

Yaşar Kemal-İnce Memed

Yaşar Kema’in 1955 yılında yazdığı ilk romandır. Yaşar Kemal bu romanla Varlık Roman Armağanı’nı kazanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Köylü kendi kaderine terk edilmiş, eşraf ve ağalar köylüyü sömürmektedir.  Romanın öyküsü Anadolu ve Çukurova halkının geri kalmışlığı, cehaleti, sefaleti ve ağaların yöreye hâkim olması üzerinde oluşmuştur. Çukurova köylüsü baskıya maruz kalan, ‘mecbur bırakılan’  bir halde bir kurtarıcı beklemektedir. Hükümetin duyarsızlığı yüzünden haksızlıkları önleme, zalimleri cezalandırmak için birine ihtiyaç vardır. Bu görev ağalık sistemine başkaldıran İnce Memed’e düşmüştür.

Roman Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumsal bir yara olan Köylü, Ağa, Köylü ve yöneticilerin çatışması üzerine kurulmuştur.

Öyle güzel tasvirler yapmış ki eserinde, okudukça İnce Memed’le eşkıya olacak, beraber dağları kasıp kavuracak, düşkün köylünün acısını, eşkıya Mehmed’e olan inancını göğsünde hissedeceksiniz. Bir bölümünde öyle anlatmış ki kuru toprağı. Kuru toprağı dile getirmiş. âdeta derdini söylemiş kuru toprak…

“Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır.”

Zeynep Ateş

FURUĞ- YERYÜZÜ AYETLERİ

İranlı şair Furuğ Ferruhzad tahranda doğdu. Genç yaşından itibaren kendisine çizilen hayata isyan etmiş ve genç yaşta İranlı özgür kadının sesi olmuştur. Çocuğundan koparılmıştır, kendini ve özgürlüğünü seçtiği için dışlanmış ve aşağılanmıştır. Furuğ hayatta hep varoluş mücadelesi sürdürmüş ve hep şiire sığınmıştır. Özgürlüğü seçmenin, kendini seçmenin bedeli, tesellisi yok, paramparça bir ruh olarak ödetilmiştir ona. Bu ruhsal özgürleşmeyi ve kendi oluşu gerçeklediği yer diliyle kurduğu dünyası olmuştur. Bir yerde şöyle der şiiri için:

Benim için en önemli şey şiirdir. Ve şiir, kendime kişiliğime karşı duyduğum en büyük sorumluluktur. Hayatıma vermek zorunda olduğum yanıtların en önemlisidir aynı zamanda.

Furuğ’un mısralarında aşk, hayat, ölüm mutluluk, keder, doğanın güzelliği, toplumsal baskı, umut ve kadını görüyoruz. Furuğ’un şiirlerin okuduğunuzda daha derinlere inmekten kendinizi alıkoyamazsınız. Furuğ’un kendi derinlerinde yaptığı yolculuk sizi de içine çekecek.

İşte Furuğ’un sevgilisi İbrahim Gülistan’a yazdığı Yeniden Doğuş şiiri:

Hayat belki

Bir kadının her gün filesiyle geçtiği uzun bir caddedir

Hayat belki

Bir adamın kendini dala astığı iptir

Hayat belki

Okuldan dönen bir çocuktur

Hayat belki

İki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır

…..

Hayat bakışlarımın

Senin gözbebeklerinde

Kendini paramparça ettiği

O tutuklu andır belki

ASLI KARATAŞ- UYUYAN GÜZEL UYANDI

Küçüklüğünüzden beri dinlediğiniz masalları düşünün; Pamuk prenses, Sindrella, Hansel ve Gretel, Uyuyan güzel, Kırmızı başlıklı kız… bu masalları çoğu zaman uykudan önce dinlerdik veya gün içinde izlerdik. Ne yazık ki bu bildiğimiz masallar o kadar da masum değil. Hikayeleri dinlerken rol model aldığımız kahramanlar ve orda olmak istediğimiz diyarlar aslında hiçte olmak istemeyeceğimiz kimlikler.

Bu hikâyelere baktığımızda aslında toplumsal cinsiyet rolleri üzerinde ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Bu hikâyelerle belli mesajlar biz istemesekte öğretiliyor. Çirkin insanların hep kötü olduğu, kadınların güzel olması gerektiği, güzel oldukları takdirde prensin onları seçeceği, evliliğin bir kurtuluş olduğu mutluluğa kavuşacakları, erkeklerin hep güçlü olduğu ve ağlamadıkları, kız çocuklarına kötü davrananların üvey anneleri olduğu, ikinci evliliğin kötü olduğu, sadece kötü kadınların ikinciye evlendikleri, kadınların onları kurtaran erkekle evlenmesi, erkeklerin cesur olmak zorunda olduğu, tecavüzler kadınların ihmali sebebiyle gerçekleştiği ne yazık ki hep bu masalların içinde.

Kitapta bu masallar detaylıca inceleniyor ve toplumdaki etkileri ele alınıyor. Kitaptan birkaç alıntı:

‘Prenseste olsa temizlik kadın işidir.’

‘Maceraya atılan kızların başına mutlaka bir iş gelir.’

‘Masallarda kadınların süper zekâlarının veya özel yeteneklerinin olduğuna çoğunlukla rastlamayız.’

‘Erkeklerin hiç tanışmadıkları kadınlara sadece güzel oldukları için hemen aşık olmaları kadınların sadece görsel birer ’obje’ olarak nitelendirilmesi fikrini güçlendirir.’

‘ Kırk Haramilerin servetini aşıran ve salt kendi ihtiyaçları için kullanan Ali Baba’ya hırsızlık eleştirisi yapılmaz. Kötü cadıyı öldürdükten sonra tüm hazinesini çalan ve ailesine götüren Hansel ve Gretel’in yaptığı bir yağma olarak resmedilmez.’

‘Ev işi kadınındır, babalar bu işleri beceremez, ellerinden gelmez. ‘

ZÜLFÜ LİVANELİ- SON ADA

Zülfü Livaneli’nin en politik kitabımdır dediği bu eseri, soluksuz bir günde okuyacaksınız. Huzurlu, havası temiz, yemyeşil bir ada düşünün. Bu adada 40 hane var ve burada yaşayanlar birbirlerine ev numaralarıyla hitap ediyor. 36 numara, 7 numara ee tabii 1 numara. 1 numara adanın sahibi. Emekliliğe ayrılırken huzurlu bir yerde yaşamak istiyor ve bu adayı alıyor. Daha sonra yalnız kalmamak için birkaç eş dostu da yerleşmeleri için çağırırken tam 40 hane oluyor. Ada halkı geçimini doğadan karşılıyor. Ada da bir yönetim yok ve herkes huzur içinde yaşıyor. Günlerden bir gün, eski darbeci bir devlet bakanın geleceği haberi gelir. Ve ada sakinlerinin o huzurlu anları son bulur. Başkan gelir gelmez onların bir yöneticiye ihtiyaçları olduğunu, her kafadan ses çıktığı bu önlenmezse anarşiye yol açacağı bir genel kurul olması gerektiği, para kazanmak için adaya 5 yıldızlı otel yapılmasını ve tabi en büyük problem olan martılardan kurtulmaları gerektiğini dile getirir. İlk yaptığı iş ise adaya medeniyet getirmek için ada halkını kavurucu güneşten koruyan ağaçların tünel oluşturduğu yerin budanmasıdır. Ada halkı bu despot adam karşısında sessiz kalmışlardır. Sıra martılara gelir ve yok etmeye başladıkları anda doğa acımasızca ada sakinlerinden intikam almaya başlar. Demokrasi adı altında halkın ve adanın tüm dengesinin nasıl bozulduğunu anlatan bu romanı mutlaka okumalısınız.

Gökhan Turgut Ünal ( Cevabımı Video ile Veriyorum :) )


İlgili Makaleler


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Başa dön tuşu